30 Kasım 2013 Cumartesi

BİR ZAMANLAR FATİH....




Bu yazıyı ne zamandır yazmak istiyordum. Dün sevgili arkadaşım Bülent Karakaş'ın facebook ta Tamer Dursun'a ait güzel bir şiiri (seni görenler söylüyorlar) ve  insanı anılarına götüren  eski bir sokağın fotoğrafını paylaşmasının ve BAKALIM KİMLER NELER SÖYLEYECEK...? sorusunun ardından benim de aynı paylaşımı, paylaşıp "   
Sevgili arkadaşım TC Bülent sormuş...
BAKALIM KİMLER NELER SÖYLEYECEK..? diye.
Omuzunda askısıyla yoğurt satan yoğurtçunun kaymağını özledim, ya o kış gecelerinin bozaaaaaaaaA çınlaması... Okula; karlara bata çıka, şen yürüyüşler ve soba etrafında ısınmalar.Eski Fatih'i özledim... offf yaş mı aldık yoksa  mutlu yaşayan, mutlu çocuklardık, sevdik, güldük. Güzellikleri yaşamış sevmeyi bilen, herkese sevgiler...Hanife"
yorumum ardından gelen güzel yorumlar ve oluşan anılar duygulaşması ile oturdum klavyenin başına......
          Bir zamanlar Fatih'imiz vardı bizim. Fatih; bizimdi, her köşesiyle, caddeleri, ağaçları, şenlikli parkları, çocuk dolu sokakları cıvıl cıvıl olan. Saraçhaneden Edirnekapıya kadar aynı isimle anılan Fatih'imiz. Bizim Fatih'imiz. Fatihli olmak ayrıcalıktı, O yılların mutena olarak anılan bir semtiydi Fatih....
          Sokakta rahatlıkla oynayan mutlu çocuklardık. Sadece bizim sokağın çocukları 20-25 kişi olurduk. Bir de cıvardaki yakın sokaklarla birleşince, şenlik caddeleri oluştururduk. Fatih caddesi ortada kocaman çınar ağaçları olan  çok güzel bir cadde idi. Tramvay çalışırdı ulaşım için. İki tane parkımız vardı birinde  sarı ve kırmızı balıkların yüzdüğü havuzu olan, havuzlu saraçhane parkı, diğeri Fatih kaymakamlığının önündeki, adını içindeki anıttan aldığı Tayyare şehitleri  parkı, diğer adıyla da itfaiye parkı. İtfaiye parkında her hafta itfaiyecilerin bandosu müzik ziyafeti verir ben de bandoda davul çalan beyaz saçlı beyaz pos bıyıklı güler yüzlü  Mustafa amcanın yanında durur, hayran, hayran  izlerdim itfaiye bandosunu ve mehteranları. İtfaiyeciler parkın alt tarafında ramazan aylarında, imsak ve iftar zamanı top patlatırlar, heyecanla topun  patlamasını beklerdik. Balıklı parkın aşağısında kurulan kayık salıncaklar bayram harçlıklarımızı aldığımızda keyifle ve heyecanla koştuğumuz eğlence yerimizdi...
           Akşamları önde büyükler arkada küçükler şarkı söyleyerek yürürdük Saraçhaneden Edirnekapı ya. En öndeki ağabeylerimiz, ablalarımızdan, biri akordeon, biri darbuka, diğeri def, bir öteki ispanyol gitarı şarkıları çalarlar; diğerlerimiz de şarkıları söyleyerek yürürdük, akşam yemeği sonrası saatlerde. Yolda yürüyenler bize katılır kalabalığımız artarak daha da şenlenirdik, Evlerinin balkon ve pencerelerinden bakanlar alkışlar şarkılarımıza eşlik ederlerdi. Zaten aşağı yukarı herkes birbirini tanırdı. Yürümeye başladık mı devamlı selamlaşır ve hal hatır sorarak kat ederdik yolları. Esnaf ta hep tanıdıklardı...
           Evet omuzundaki askısında salınan yoğurt karavanalarını taşıyan, y o ğ uuu r tçu, yoğurtçunuz geldiiii
diye seslenip çıngırağını çalan Hasan amcamızın yolunu gözlerdik tartı fazlası kaymağı alıp reçelle yemek için. Ne tontondu, bütün çocukların yoğurtçu Hasan amcası. Yoğurdu da çok lezzetliydi. attık o tat yok ki hiç bir yoğurtta...Evet Tülincim  (Perihan Tülin Eroğlu ) hatırlattığın için teşekkür ediyorum. Kış aylarında da en hasından tahin ve en hilesizinden pekmez de getirirdi Hasan amcamız. Yemeğe doyamazdık tahin-pekmezi....
           Kış aylarında kar bu yıllara nazaran daha çok kar yağar, okulumuza giderken neredeyse diz kapaklarımıza kadar karlara bata çıka yayan gider, sınıfımızın ortasında yanan sobanın etrafında ısınırken teneffüste nasıl kartopu oynayacağımızın planlarını yapardık. Kar yağdı diye okullar tatil edilmezdi o yıllarda,  Akşamları evlerimizde bir odada soba yanar ev halkı o odada sobanın etrafında ısınırken sobada pişirilen kestanenin tadına bayılırdık. hele gecenin sessizliğinde sokağımızdan geçen bozacının bozaaaaaaA sesi gecenin güzelliğine güzellik katar, minicik yüreklerimiz bozacı amcamız bozasını bitirip sıcacık evine dönsün düşüncelerimizle canımız istemese bile boza alırdık.
           Sonra bir de sevgili Nuraycığımın (Nuray Güreli Bafra) hatırlattığın için sana da teşekkürler, Lahmacuncumuz vardı. Bembeyaz önlüğü ve kollukları içinde bembeyaz bir kutusu vardı iki kapaklı. Koluna takar kutusunu kendi yaptığı bol kıymalı, hilesiz, sıcacık lahmacunları satardı yaya olarak, tabana kuvvet...
            Tabii ki bu arada pamuk şekercimiz geldi mi mahalleye üşüşüverirdik başına pamuk şekerin uçuşarak tahta çubuğa dolanmasını seyretmek hepimize çok ilginç gelirdi. bir tatlı kaşığı toz şeker, başımızdan büyük pamuk yığını olarak sarılıverirdi tahta çubuğa...
            Macuncunun yolunu gözlerdik, bembeyaz önlüğü ile başının üstüne yerleştirdiği macun tepsisini dimdik taşıyan macuncuyu. Küçük çubuklara dolanan rengarenk, parlayan  macunu, keyifle emmek için hepimiz bebek oluverirdik sanki...Şimdilerde de macuncular oluyor bazı yerlerde de nerede o çocukluğumuzun macuncuları....
            Akşam üstleri  çayımızın yanına aldığımız, fırından yeni çıkmış, sıcacık kumkapı simitleri, hayli çıtır olurdu. Susamlarını tek tek koparıp, keyifle yerdik, bir çırpıda bitirmemek için simitlerimizi...
            Yaz aylarında harçlığını koparan, Barbaros muhallebicisinin yolunu tutardı. O, mis gibi süt kokan, sakız gibi dondurmayı almak için. Aaaa bir de; tavuk göğsü, kazan dibi, ve bol pudra şekerli gülsululu su muhallebisi de harika lezzetlerdi...
            Anlata anlata bitiremeyeceğim sanıyorum çocukluğumuzun Fatih'ini.. Bir de fatihli olan herkesin hatırlayacağı, binnaranom'umuz vardı. Binnaranom (adını bilmediğimiz için böyle anardık) tahminimce 25-30 yaşlarında idi. Bir rivayete göre bin lira parasını kaybeden   genç aklını yitirmiş ve mahalle, mahalle, sokak, sokak dolaşır sağ elini sağ kulağında, sol elini öne doğru açık tutar" binnaranom, binnaranom diye ağıt şarkısını söylerdi. Binalardan, pencerelerden para verecek olanları görebilmek için de devamlı pencerelere göz gezdirirdi. Ondan hiçbir çocuk korkmaz ona para vermeyi çok severdik.
           Bir de tatlıcımız vardı, fatih sarması tatlısının  imalatçısı. Fatih ilkokulunun karşısında yokuşun ortalarındadır güzel tatlılarıyla...Yazımı sonlandırmadan önce bu tatlıcıyla ilgili güzel ve bir o kadar da ilginç bir anımı paylaşmak istiyorum. tahminen 1976 yılıydı. arkadaşlarımla fatihe bir arkadaşımıza gitmiştik 6-7 kişi. dönüşte birinin haydi şurada fatih sarması yiyelim demesiyle fatih sarması tatlıcısına gittik. (Bu arada ben bu tatlıcıyı yıllardır  Fatihten uzak semtlerde oturduğum için imajımda silikleştirmişim ). Hepimiz tatlılarımızı söyledik biraz fazla fazla kesilen kalın ve kocaman dilimleri büyük lezzetle güle konuşa yedik. Harika lezzet.
sıra hesap ödemeye geldi. Dükkan sahibi hesabımızın ödendiğini söyledi. Salon, zaten küçük ve bizden başka kimse de yok.?
     -  Nasıl olur?, Kim ödedi ? diye, hayret içinde sorduk.
     -  Civciv ödedi. Cevabını aldık.
Hepimiz şaşkınlık içinde birbirimize bakarken; Dükkan sahibi bana döndü ve,
     -  Sen bu Fatih İlk Okulundan mezunsun değil mi? ( Ben okuldan mezun olalı yaklaşık 10 yıl geçmiş)  
     -  Eveet.
     -  Civcivi hatırlamıyormusun ? Hani  vitrine koyduğumuz, iyice solana kadar vitrinde duran civciv.
     -  anlayamadım ve hayır diye cevap verdim.
     -  Hatırlarmısın " 5. sınıfta okurken bir civciv yapmıştın, ve ben dükkanın önünden geçerken senden o civcivi  vitrine koymak için istemiştim. ve bana "yarın notumu alayım sonra civcivi size hediye edebilirim" demiş, ertesi gün notunu alınca getirip civcivi bana vermiştin. ve o civciv senelerce herkesin beğenisiyle vitrinimi süsledi" dedi.
         (Evet hatırladım. Resim ve el işi dersinde; Karton bir platforma, yünlerden, çimenler ve çiçekler yapmış ve yumurta kabuğuna da gene parçalanmış yünlerden yapıştırarak sapsarı bir civciv yapmış, kafasını da mini bir ponpondan, gagası, ayakları, gözleri ile çok şirin bir civciv yapmıştım ve 5 almıştım.)
     -  " İşte o civciv hesapları ödedi"...
Deyince çok şaşırmış ve memnun olmuş, arkadaşlarımın yanında bu hatırlanışla  onore olmuştum. Ama tabii ki bu geçmişte kalmış bir anıydı ve kalabalık bir sayı ile tatlıları yediğimiz için hesabımızı ödemek istediğimiz konusunda ısrar ve ikna konuşmalarımızı kabul ettiremeyip, civcivin ödediği hesapla,oradan vedalaşarak güzel bir anıyla ayrıldık.
          Aarkadaşlarıma ve bana, fatih sarması ısmarlayan benim civciv olmuştu.....