28 Temmuz 2017 Cuma

DOĞA HIRSINI GÖSTERDİ, YA HINCINI ALIRSA?

DOĞA HIRSINI GÖSTERDİ...! YA, BİR DE HINÇ ALMAYA KALKARSA? 


Gerisini düşünmek bile ürkütücü. Hiçbir yerde emniyetimiz yok demektir. Bedeniniz bir damla su gibi, bir çentik çam dikeni gibi oradan oraya savruluverir. Aynı 11. Katta ki evimin balkonuna dolan mini çam dalları gibi. Asırlık çınarlar, neredeyse asırlık çamlar bile tutunamayıp tepetakla olabildiğine göre...
Her yerler beton, asfalt
binalar göğe yakın, hava akımları sirkülasyon olamıyor,
ağaçlar katledilmekte ormanlar yok edilmekte şehirler beldeler akciğersiz kaldı nefes alamıyor.
Su havzalarımız yerleşime açıldı başka yer kalmamış gibi bu ne aç gözlülük? Gitmeyin oralarda oturmayın ev almayın,
karbon salmayın, ozonu demeyin, sera etkisine zemin hazırlamayın,
doğa ile dans edip aşık atmayın veya doğaya karşı durmaya katkıda bulunmayın....
Yoksa, işte böyle şamarı yersiniz, 1 saat içinde Temmuzun 27sinde akşam üstünün 7sinde karanlıkta kalırsın, araban binan delik deşik olur, ne cam kalır ne panjur ne dam.
Kasırga süpürür, bulutlar kusar,
beton altında sıkışan toprak isyan eder.
Bu uyarı, sadece bir uyarı. Bir tekdir.
Aynı ziya paşanın vecizesi gibi
"Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir"
anlayana. Umarım tez hatalarımızdan geri döner aklımızı başımıza alır da, doğadan kötek yemeyiz.
Hanife Ağan Pehlivanoğlu

15 Şubat 2017 Çarşamba

TÜRKİYE'nin KALBİ KUYU İÇİN ATTI...😊


TÜRKİYE'nin KALBİ  KUYU İÇİN  ATTI...😊🐕


           KUYU KURTULDU, ya biz! Bizler de kurtulacak mıyız? Giydiğimiz zamane huyu kıyafetlerimizden,???
          Hani bizler birbirimizi çok severdik, mahalle kavramımız vardı. Yardıma koşmayı vazife addederdik, birbirimizin gözünün içine bakarak sohbet eder, basit oyunlarla oynar, bol içten kahkahalarla gülerdik, samimiydik, ihtiyacı olana borç verir söz verdiği gününde geri alırdık, söz verir sözümüzde dururduk, severdik sevilirdik, ziyaret ederdik  Allah ne verdiyse birlikte yerdik, hatır bilir samimiyetle, el öper, saygı ederdik, vasıtalarda büyük veya küçük gerekene yer verir, büyüklerimize saygı gösterir küçüklerimizi koruyup kollardık, özlem dolu satırlarla mektup yazar heyecanla postacılarımızın yolunu gözlerdik. 
          Gerektiğinde kıyasıya tartışır fakat kavga etmezdik, bakkalımızı manavımızı pazarcımızı iyi tanır arada bir hasbihâl ederdik, kapılarının tezgahının önünden geçerken "günaydın derdik" hayırlı işler der, mahalle çöpçüsüne "kolaylıklar" gece bekçilerine "iyi nöbetler iyi akşamlar" temenni ederdik. 
          Dil din ırk mezhep ayarımı yapmadan herkese insan muamelesi yapar, birlikteliklerimizin güvenliği nedeniyle yarınlar endişesi duymadan azla yetinmeyi bilir mutluluğu tadıyla yaşardık. Sevgi doluyduk, severdik, sevilirdik, bu güzel duygularla da daima neşeli ve şendik.
          Umursamazlık bilmez (gerisi beni ilgilendirmez) demezdik, selamlaşmak güne başlama heyecanımızdı, oysa şimdilerde ( aynı apartmanda asansörde bile insanlar selamlaşmayı unuttu)
          Egolarımız yoktu (önce ben ) demez hep birlikte derdik. Kibirsiz ve ince duygularla, menfaat gözetmeden birbirimize yaklaşırdık. Yolumuz üstündeki zor durumda olanlara umursamazlık göstermez, "boşveer bana ne yaa başına iş açma geç git) demez ilgilenirdik.
          Komşularımızı, mahallemizi, şehrimizi, vatanımızı, hemşehrilerimizi, ülkemiz insanını, insanları, insanlığı severdik. Ne oldu bize,?
          Kuyu' yu kurtarmak için on gündür endişe ve heyecan içinde gösterilen yoğun çalışmalar, sağlıklı kurtuluşla coşkuya dönüştü. Soğuk, uykusuzluk ve yorgunluk yerini mutluluk ve başarı rehavetine bıraktı..
          Umuyor ve diliyorum ki bizler de tüm Türkiye insanları olarak son yıllarda yaşadığımız üzüntüleri sevince hatta coşkuya döndürelim. Üzerlerimize dar gelen boğucu elbiseleri yırtıp atalım. Aklı selim düşüncelerimize kavuşup, vatanımızın bölünmez bütünlüğünde,
tek yumruk
tek yürek
tek sevgili olalım...
           ATATÜRK'ümüzün ışığında, hep birlikte, sağduyuyla, sağlam adımlarla ve ATATÜRK'ümüzün söylediği gibi 
          "YURTTA SULH CİHANDA SULH" coşkusuyla yaşayalım... 
          Atatürkle kalın, 
          Cumhuriyetle kalın, 
          Sevgiyle kalın...
          Hanife Agan Pehlivanoğlu.

Etiketler: , , , ,

14 Ağustos 2016 Pazar

İYİ Kİ DOĞDUN YASEMİN'İM...

İYİ Kİ DOĞDUN YASEMİN'İM...
Canım Yavrum, Kuzuumm....

Ne iyi oldu Rabbim seni bana HEDİYE ETTİ.....
13 Ağustos Perşembe sabah 08:30 canımın içindeki canım dünyaya geleceğinin haberini verdi. (Senin bende can buluşunu hissettiğim andan itibaren tam 9 ay 15 gün boyunca her ezanda "Ya Rabbim ne olur bana eli ayağı düzgün her azası yerinde, sağlıklı, cin gibi akıllı, sevgi dolu güzel bir kız evlat ver" diye dua etmiş ve seni de hep kız bebek olarak hissetmiştim.)
15 ağustos Cumartesi saat 15:15 de,heyecanlı bekleyişim ve 5-10 dakika arayla tam 55 saat süren sancılarım bitmiş; "eveeettt iste çok şükürler olsun kızım dünyama geldi" sevinç çığlıklarım yerini çok kısa süren relaks bir uykuya bırakmıştı. Evet narkoz altında olduğum halde ameliyathanede bütün olanları hissediyor bütün konuşulanları duyuyordum.Ta ki doktorum seni eline alıp "kız" diyene kadar... evet bütün gerginliğim ve heyecanım, o anda yerini, gevşemiş ve rahatlamış bir uykuya bıraktı...Kızım vardı artık dünyamda, yaşama tadım, sebebim, şansım, mutluluğum her şeyim.
Kısa bir süre sonra tekrar ameliyathanede bütün konuşulanları duymaya başladım, son iki dikişim de atılıp sezeryan işlemim sonlandırılmıştı. tekrar narkozun etkisiyle derin uykuya dalmışım. Yatağımda kendime gelip biraz toparlamam beklendikten sonra seni gayet acıkmış bir şekilde yanıma getirdiler, kollarını uzatmış ellerini açmış heyecanla bana gelme telaşında gibiydin. seni kucağıma almak dünyadaki her şeye bedeldi. Kınalı kuzum çok güzelsin, hele o mis kokun dünyada o kokudan daha güzeli yok ki. Canıımmm, canımın en büyük parçası dünyama hoş gelmiş, hoşluk ve anlam vermiştin.
Seninle her günüm dolu dolu her saatim çok mutlu geçiyordu. Yıllar birbirini kovaladı, beni çocukluğunda hiç yorup üzmedin, herkesin sevdiği hatta saydığı bir çocukluk döneminin ardından kocaman bir genç kız olmuştun,,. Etrafında insan ayarımı yapmadan, herkese sevgi ve şefkat dolu güler yüzünle, itibar ve muhabbet gösterdin. Seninle her zaman her yerde gurur duydum, duyuyorum.
Evet yıllar çok çabuk geçti ve sen, senin değerini ve kıymetini iyi idrak eden, seninde onun kıymet ve değerini idrak ettiğin hayatının eşine, hayat arkadaşına rastladın ve hayatınızı birleştirdiniz. Birbirinize olan sevgi ve saygınız, birbirinize verdiğiniz değerleriniz hiç eksilmesin artsın.
Bu gün olsa o 55 saat sancıyı sen dünyama gelesin diye gene çekerdim. En iyi arkadaşım, dostum, sırdaşım, canımın parçası canııımm. Kuzummmm iyi ki dünyama gelmişsin iyi ki benim kızım olmuşsun iyi ki doğmuşsun. hep MUTLU OL (OLUN) hep SAĞLIKLI OL (OLUN) Seni (İKİNİZİ) çoookkk SEVİYORUM canımın parçası, canlarımmmm.
Devamı »

2 Mart 2016 Çarşamba

MADALYONUN ÖTEKİ YÜZLERİ - İLK DEFA BU KADAR...



         


            "Madalyon'un öteki YÜZÜ" denir  dediğinizi duyar gibiyim. :)  Bu gün 3 mart 2016; benim için güzel bir gün. Sabahtan itibaren hep sevdiklerimle, sevenlerimle, canımcımlarımla beraberdim.
            Sabah Barış Manço Kültür Merkezinin kafe bölümünde; dostlarım, canlarım, fotoğrafçılık ve photoshop hobi ve keyiflerini paylaştığımız canım arkadaşlarımla beraberdim. Öğleden sonra da 40 yıllık arkadaşlarım, Eski değil eskimeyen dostlar beraberdik. Bakırköy de oturan sevgili Süheylamız bizi harika ikramları, daha da güzeli harika güler yüzüyle ağırladı. Güzelim buruk çayın tadını şu anda damağımda hissettim.
            Akşamüstü yağmaya başlayan yağmurla beraber yarı ıslanarak  bakırköy  ido iskelesine varıp 18:10 da hareket edip  18:35 de Kadıköy iskelesine vardık. herkes evine ulaşacağı vasıtalara dağıldı.
Artık anda olmayı yeğleyip çok can sıkıcı bir durum olmadıkça içinde bulunduğum her andan tad almaya çalıştığım için, şemsiyem olmadığı halde halimden şikayetçi olmadan biraz  seri adımlarla evimin yakınından geçen otobüs durağına vardım.
            İŞTE "madalyonun öteki yüzlerini" görüp yaşamaya başlamıştım......
            Yağmur aşırı sağanak olmasa da sıkı yağıyor kaldırımlar, caddeler, her yer, her yer çeşitliliğe sahip gölcüklerle donanmıştı. Ayağımda süet bir bot olduğu halde bazı yerlerde acık sekerek seri yürümeye çalışıyor olmama rağmen ayağımın lök ıslanmasına aldırmadan yerlerde ve kaldırımlardaki gölcüklere takıldım.
            Üzüldüm. Hayır ıslandığım için değil her yer beton olduğu için,
            Üzüldüm, artık yağmurlar yağdığı zamanlarda, toprak kokusu duyulmadığı için.
            Üzüldüm, Hemen hemen hiç toprak alan kalmadığı nedeniyle emilemeyen yağmur suları toprağı besleyip yeraltı su kaynaklarına katılacağı yere, mazgallardan kanalizasyon sistemlerine oradan da direkt denizlere akıyordu.
            Üzüldüm mazgallar fıskiye olmuş deliklerinden isyan edercesine caddelere taşıyordu......
            Durakta uzun süre bekledikten sonra ( Taksi mi dediniz?. iyi havalarda neredeyse yolunuzu kesip dat dat korna ile taciz yapan taksiciler sanki sırra kadem basmışlardı) otobüsün gelmemesi üzerine, otobüs durakları şefliğine giderek, otobüsün neden saatinin bu kadar aksadığını sorup; 45 dakikadır otobüs beklediğimi söyledim. aldığım cevap...Kızdırıcı ? hayır. hayret ettirici ?, hayır. DÜŞÜNDÜRÜCÜ  idi... " Hanımefendi, 153 numaralı telefonu arayıp oraya soracaksınız. Biz artık o işlere bakmıyoruz, karışamıyoruz. Biz burada sadece otobüslerde kaybolan, unutulan  kayıp eşyalarla
ilgileniyoruz" oldu... !!! vah vah vah dedim o hızla kah yürüyerek kah otobüs, taksi veya minibüs
bakarak gölcüklere aldırmadan, iliklerime kadar ıslandığım için kolumun içinden süzülerek avucuma akan yağmur sularına aldırmadan tek bir şeye ihtiyaç hissettim :) Keşke gözlük camlarında da arabalardaki gibi silecek olabilseydi. Gözlük camlarımın ıslanması nedeniyle doğru dürüst göremiyordum.
              Nitekim bir minibüse attım kendimi. Parayı uzatıp ineceğim yeri söylediğimde Şoför " bu araba oradan gitmez hanımefendi, biz Ankara asfaltından gidiyoruz" demez mi. bir durak sonra tepe natilus önündeki durakta beni indiren şoför, ısrarla vermek istememe rağmen para almadı sizin minibüs buradan geçer binersiniz dedi. teşekkür edip indim. Biraz duralayıp ehhh  hadi burada biraz beklesem de minibüse binsem mi yoksa yoluma seri adımlarla devam edip bir an önce eve varıp ıslak elbise ve çamaşırlardan kurtulup sıcak bir duş alsam mı diye düşünürken yanıma yaklaşmış olan gencin gayet içten ve kibar sesiyle düşünceme ara verdim " Hanımefendi  çok ıslanmışsınız buyurun sizde benimle şemsiyemin altında durun" Şaşırmaktan çok mutlu oldum. Evet yaaa işte bizim insanımız buydu. Anne-Babası ne güzel bir evlat yetiştirmiş, kalbinin güzelliği yüzüne, gülümsemesine vurmuş gence çok çok teşekkür ettim. Evet yaa işte bu dedim daha hala düşünen, düşünceli, paylaşımcı olanlar var bitmedi Herkes BEN'ci değil. Herkes" gemisini yürüten kaptandır" demiyor. Helal olsun sana güzel insan...Çok teşekkür ederek mutlu ve içimden gelen müteşekkir yüz ifademle "Çok teşekkür ediyorum, ben zaten iyice ıslandım şemsiyenizi paylaşırsam sizin diğer yanınız iyice ıslanır" deyince olsun fark etmez deyip şemsiyesini bana doğru tuttu. Kendisine tekrar teşekkür ederek yürürsem daha doğru olacağını yürümeyi düşündüğümü ifade edip hızlı adımlarla daha da ıslanarak  eve geldim :) apartmana girdiğimde  İlk defa bu kadar ıslanışımın fotoğrafını  hatıra olur diye çekmesini rica ettiğim güvenlik görevlisine  vermek üzere çantamdan telefonumu çıkarttım ki... şarjım da bitmiş :)
             Eve girer girmez doğru üstümdekileri çıkartıp sıcacık duşun altına girdim. Çok iyi geldi, duşun altında dakikalarca öyle durasım geldi, gözümün önüne de caddelerdeki gölcükler..Hayır dünyada bu kadar susuzluk tehlikesi varken suyu boşa akıtma lüks ve hakkım olmadığı bilincimle musluğu kapatıp ıslanma maceramı sonlandırdım. Hanife.

Etiketler: , , ,

23 Eylül 2015 Çarşamba

Benim JENERASYONUMUN BAYRAMLARInda....



Benim jenerasyonumda ki çocukluğumun bayramlarında. 
Bayram namazından eve dönen baba neşe ile ailecek kapıda karşılanır,eller öpülür bayramlık     harçlıklar alınır, ailecek kahvaltıya oturulur ve neşe içinde sohbet edilerek kahvaltı  yapılırdı.

Radyolardan dinlenen kandıralı oyun havaları ile evde ailecek oynanır ailenin neşesine neşe katılırdı.
Genelde bayramdan bayrama alınabilen yeni giysiler heyecanla sevinçle giyilir Hacıbekir'den alınmış badem ezmesi-lokum yenilir ağızlar tatlanırdı.

Erken saatlerde ailecek kalabalık misafirler ağırlanır, sarasıyla kolonya, kahve, seker, tatlı, ikram edilir, hatta genelde kalabalık sofralarda  yemekler yenilir sonra da çaylar içilirdi.

Çocuklar mahalle komşularına bayramlaşmaya gider aldıkları mendil ve mini bayram harçlıklarıyla mahallelerdeki bayram salıncaklarına koşar pamuk helvayı yerken birbirlerinin yüzlerine değdirerek şakalaşır bayram şenliği yaşarlardı. Kapılarının önlerinde oynar, eğlenceli iletişim yolları icat ederlerdi. Küçük şeylerle mutlu olurlardı.

Ziyarete gelebilenlerle mutlanılır gelemeyenler merak edilir aranılırdı.

Benim jenerasyonumun çocukluk bayramlarında, AWM, değil cep telefonu EVLERDE TELEFON, İNTERNET, BİLGİSAYAR, TABLET, SANAL OYUN ALETLERİ, hatta ÇEŞİTLİ OYUNCAKLAR, KIYAFETLER tabii ki TELEVİZYON bile yoktu.
 İYİ Kİ DE YOKTU....

Sadece, bazı evlerde radyo, bazı evlerde gramofon ve taş plaklar vardı.

FAKAAAAATTTTT.....
Benim jenerasyonumun bayramlarında...... :)
İLETİŞİM VARDI.
SOHBET MUHABBET VARDI.
ÇOCUKLARIN OYNADIĞI ÇEŞİTLİ OYUNLAR VARDI..
EĞLENMEK, YARDIMLAŞMAK, KIKIRDAYIP AĞLAYASIYA GÜLÜŞMEK VARDI. :)

Ben  çocuklarımıza veremediğimiz, O BAYRAMLARI  çok ÖZLÜYORUM....


1 Ocak 2015 Perşembe

HESABI CİVCİV ÖDEDİ... :)



                           İşte bir yıl daha geçti gitti yaşantımızdan. Yıl oldu, 2015, bu gün ocak 1. Söyle bir geriye baktığımda, gülümseyebildiğim çok anım var aslında. Galiba insan olmanın güzelliklerinden biri de yaşadıklarımızın üzerimizde bıraktığı güzel duygular, bizi gülümseten güzel özlemler. Keşke bizi üzen, inciten, kıran zamanları, içimizi acıtan olayları hatırlamamak gibi bir verimiz olabilseydi... Hep güzelliklerde, hep bizi mutlu ve neşeli kılan güzel anılarda kalabilseydik...Neyse böyle bir şey yok ve olmayacak ta, galiba bu da yaşanmışlığın tuzu biberi. İşte hayat böyle bir şey.
                           Yıl 1964-1965 Fatih İlkokulunda  okuyordum. Okul İstanbul'un Avrupa yakasında Fatih Camiinin hemen avlu girişinin sokak başında, eski, heybetli ve güzel bir bina. Öğretmenim harika bir insan, çok iyi bir öğretmen Kamuran Sönmez ( şu anki değerlendirmemle de aynı). tabii müfredat da tam birey yetiştirme ve bir çok beceri kazandırmaya yönelik. Aaaa o zamanlarda nasıl özel ders verebilirim derdi de yoktu öğretmenlerin, bütün eğitimcilik sınıfta olurdu. Neyse o günlerin eğitiminden bir başka zamanda bahsederim elbette...
                           Okulum Fatih otobüs durağının karşı köşesinde ve yüksekte bir bina. Okula gitmek için durağın karşısındaki yokuşu yürümemiz gerekiyor. Yokuşun hemen hemen ortasında yolun sağ tarafında bir tatlıcı var. Tarihi Fatih Sarmacısı...Yıllar nasıl da koşarak geçiyor, ben bu geçen yıllar çerçevesinde tatlıcıyı aklımda flulaştırmışım :)
                          Okullar bitti ve çalışma hayatına başladım. birkaç sene sonra tahminimce 1976-1977
yıları gibi arkadaşlarımdan biri, Fatihe gidip fatih sarması yemeyi teklif etti ve biz 7-8 kişi Fatih'e Fatih Sarmacısına gittik. tatlı muhteşem görünüyor, iki parmağım kalınlığında kocaman dilim tatlılar elimize verildi ve keyif içinde gülüşerek gırgır şamata tatlıları mideye indirdik, Sıra hesap ödemeye geldi, tatlıları bize veren sahibi " borcunuz yok hesabınız ödendi" dedi biz şaşırarak birbirimize bakıştık yooo hiç birimiz hesap ödememişti, sorduk" nasıl olur kim ödedi?"
                          Tatlıcı " hesabı CİVCİV ÖDEDİ" deyince daha bir şaşırdık! "civciv mi?"
                          Sonra bana dönerek ve parmağıyla okulu işaret ederek;
                          -"sen bu okulda okudun değil mi?" dedi
                          şaşırarak eveet dedim.
                          - " hatırlıyormusun? bu okulda okurken bir civciv yapmıştın ve ben senden o civcivi isteyip sonra da senelerce bu vitrinimde sergilemiştim" deyince;
                          Bir anda ilkokul 5. sınıfa gidiverdim.
                          Evet 5. sınıftaydım, ve iş bilgisi dersimizde, takribi 30x30 bir karton üzerine yeşil tonlarda yünlerden yapıştırarak çimen yapmış, aralarını mantarlarla süslemiş, ortasına da, sapsarı bir civciv oturtmuştum.. Civcivi de, gene sarı yünlerden kese kese yumurta üzerine yapıştırmış ponpondan da başını yapmıştım kara gözleri, turuncu  gagasıyla çok güzel bir civciv olmuştu. Okul dönüşü, elimde büyük itina ile taşıdığım civcivimle tatlıcının önünden yürürken, kapıda duran sahibi;
                          -"o civcivi bana verirmisin vitrine koyayım" dedi,
                          Ben de " tabii veririm amca, ama yarın not alim ondan sonra size getiririm" cevabını vermiş, ertesi günü notumu aldıktan sonra, koşa koşa gidip civcivimi tatlıcı amcaya hediye etmiştim.. sonra senelerce o civciv, o vitrini süslemişti. En son gördüğümde  sarı civciv güneşten solmuş acık ta tozlanmanın etkisiyle olsa gerek grimsi olmuştu. :) Tatlıcının:
                          -" Evet işte o civciv sizin tatlıların hesabını ödedi" sözleriyle bir anda hayalimden çıkıverip oraya döndüm sanki :)..... Bu cevaba hemen itiraz etmiştim ve yanımdaki arkadaşlarımın da itirazları, civcivin gücünü kıramamış, itirazlarımız ve ricalarımız geçerli olmamıştı ve biz o gün tatlılarımızı  yumurtadan civcivin sayesinde Fatih Sarmacısının sahibinin elleriyle ikramı olarak yemiştik :))
                          Bu güzel anım sık sık aklıma geldiğinde tatlı bir tebessümle o günleri anar sonra da ; rahmetli tatlıcı amcaya dua okurum. Şimdilerde 3. nesil hala aynı yerde tatlıları yapıyorlar. Fatih'e yolunuz düşerse aynı adreste Fatih Sarması tatlısını alabilir veya orada keyifle yiyebilirsiniz...Hanife Agan Pehlivanoğlu.

Etiketler: